New York! New York!
New York’a ne zaman gitsem, “bundan sonra hic bir kuvvet beni New York’a goturemez” diyorum ama boyle buyuk konusunca aninda carpiliyorum galiba… Yarin yine New York’a gidiyorum. Butun dunyanin olup bittigi New York’u ben sevemedim gitti. Bunun cok sebebi var tabii. Birincisi cok kalabalik, kaotik bir sehir. Ikincisi toplu tasima sistemi bizim Turkiye’deki sistemin yaninda -cok afedersiniz- halt etmis. Subway’i Istanbul metrosunun tirnagi olamaz. Ucuncusu de benim kaziklanmaya cok musait bir yapim olmasi olabilir. Her gittigimde kaziklaniyorum. En son metro kartimi carptirdim. Hem de kendi ellerimle… Ama anlatip da karizmami cizdirmek istemiyorum simdi.
New York’a giden bir arkadas anlatiyormus. “Yav New York cok buyuk sehir, yukari bakiyorsun, binalardan gokyuzu gorunmuyor” diye… Arkadasi demis ki; “Vallahi bizim Elazig da oyle.” E, yalan degil. Orda da beton yiginlarindan gokyuzu gorunmuyor. New York daha janjanli sadece… Gazi caddesine de iki dev ekran dik, olur sana Times Square…
Tamam, biraz abarttigimi kabul ediyorum. Ama ben agaclik, ormanlik, sessiz, sakin yerleri seviyorum, yapacak bi sey yok!
Bir Fransiz arkadasim Pennsylvania’nin cennetten bir kose denilebilecek bir sehrine tasindi. Gittigimde, “muhtesem bir yer”, dedim, “dogayla icice, ne sanslisin.” Arkadas Paris’li… “Ben beton seviyorum” dedi. Al iste… Zevk meselesi demek ki…
Her neyse, yarin yola cikiyorum. Gidip de donmemek var. Ama donersem, kaldigimiz yerden devam…