Ingilizce Konusmanin Sirri

Sevgili Okuyucularim,

Siz aslinda var misiniz, yoksa ben yine ruyamla gercegimi birbirine karistirdim, hayal urunu bir okuyucu kitlesine mi sesleniyorum bilmiyorum. Burhan Altintop misali “biz aslinda yoguz” dediginizi duyar gibi olup, tirsiyorum. Sizden uzun zamandir ses-seda cikmayinca, babamdan ogrendigim su siir geregince bloglar aleminden uzaklastim:

Bir yerde ki yok nagmeni takdir edecek gus
Tazyi-i nefes eyleme, tebdil-i mekan et.

Yani, gunumuz Turkcesine ozetle “nagmeni takdir eden bir ‘kus’ yoksa, oradan kacarak uzaklas” seklinde cevrilebilir. En azindan ana tema bakimindan…. Edebiyatci bir babanin kizi olarak, TDK’yi isyan ettirecek Turkcemle yazdigim bloglara ragbet gosterilmesini beklemiyorum tabii ki. Ama bu yazilari bir edebiyatci kizi kimligimle degil, “alter egomla” yaziyorum. (Gerci durust olmak gerekirse disariya yansittigim ciddi kisiligime alter ego demek daha dogru. Yakin arkadaslarimin da dedigi gibi bu blogdaki halim benim en dogal halim…) Ayrica bu kadar Turkce yazabildigime sukredin. Daha gecen ay Turkiye’de Turk arkadaslarla konusurken “vitrin”e “magaza penceresi” dedim. Artik kafada Ingilizce dusunup, ‘motomot’ Turkce ceviriye kadar vardirmisim olayi. (Bu motomot dedikleri sey ne demekmis onu da ogrenmis olduk.)

Aslinda bloglar aleminden uzaklasmamin ozel bir sebebi yok. Islerim o kadar yogunlasti ki, 7 gun, 24 saat ordan oraya kosturmakla geciyor. Takvimime isleri arka arkaya, hic bos vakit kalmayacak sekilde siraliyorum, ancak o sekilde herseye yetisebiliyorum. Amerika’da devlet memuru olmak boyle bir sey iste… Turkiye’dekiler telefondaki musterilerini beklemeye alip Facebook status’lerini yenilerken, ben burda kendi hur irademle Facebook’umu kapatacak kadar igrenc bi insan oldum.

Bu yazdiklarimi okuyan var mi yok mu bilmiyorum ama yoksa bile, ‘iki Turkce pratik yapiyim bari’ diyerekten bilgisayarimin basina oturdum. Aklima babamin siiri geldi, laf lafi acti. Yayinlamaya ancak vakit bulabiliyorum, fakat yazmaya taa gecen yilin babalar gununde basladigim bu yazimin konusu babam…

Babamin her mevzuyla alakali bir siir alintilama huyu vardir. Oyle ki hayatini siirlerle ozetleyebilir. Ingilizceyi bile siir tadinda ogrenmis. Universitede edebiyat okudugundan Ingilizce egitimi tamamen lisede ogrendiklerinden ibaret. Lise Ingilizcesiyle Amerika’da “meramini anlatacak” babayigit cikar mi hic sanmiyorum. Ama babam sular seller gibi konusuyor.

Babamin bu muhtesem Ingilizcesiyle ilk kez, Turkiye’de  Ingiliz bir is arkadasimi eve goturdugumde tanismistim. Bizi karsilamaya gelmesini beklerken arkadasima, “babamin ingilizcesi yok, ben tercume ederim” diyordum ki babam, “Hello, welcome” gibi basit diyalog tabirlerini sapir sapir dokmekle kalmayip, olaya direk Ingiliz musikisinden girdi. “Row row row your boat, gently down the stream; merily merily merily merily life is but a dream” seklinde… Kadin “baban Ingilizce konusmayi gectim, sarki bile soyluyor” dedi, bi de yalan soylemis durumuna dustuk.

Eve gittik. Baktim babam sebze bahcesini gezdirmeye baslamis: “Look Christine, this is bostan”, “this is my garden” diye bir de Turkce ogretiyor kadina. Yillar sonra Amerikali arkadaslarima da ayni serilikte rehberlik yapti, Turkce kelimeler ogretti. “Polly, this is ceviz, you know ceviz?” seklinde… Sonradan dusundum, aslinda Ingilizceyi ogrenmenin en kolay yolu babam gibi konusmaktan geciyor. Isin sirri su: aklina geleni Ingilizce, gelmeyeni onu cagristiracak uygun bir kelimeyle tamamlayarak, seri bir sekilde Ingilizce konusuyor gibi kendinden emin cumleler kurmak.

Ornek veriyorum. Amerikali arkadaslarimi bahcede gezdirirken, onumuze cikan bir dali kaldirarak “kafaniza dikkat edin”i gayet anlasilir bir Ingilizceyle ifade edisi soyle: “Attention attention!! Attention your head!”

Agaca cikan arkadasim Polly’ye “dikkat et, dusebilirsin” anlaminda: “Polly, careful, London bridge is falling down”….

Bir de gecen Facebook’ta, “benim ciftligimin adi gogul ort’te cikiyor” diye yazdi. “Gogul ort bomba yalniz” seklindeki yorumuma karsilik da “google’i herkes biliyor, bilmeyenler icin oyle yazdim” diye yorum atti! Hakli tabii… 70 yasinda boylesine guncellenmis bi insan yok.

Babamin lise ingilizce kitaplarinin temel kahramanlari Mr. and Mrs. Brown’a da deginmeden gecemiyecegim ki cocuklugum bizzat babamin ezbere bildigi “Mr. and Mrs. Brown went to the seaside in August for their summer holiday. The train was very full” seklinde devam eden hikayelerini dinlemekle gecti. Ama hikaye diyip gecmemek lazim. Bu hikayelerden arta kalan kelimeler 70 yasindaki babamin Ingilizce dagarciginda hala onemli bir noron grubunu teskil ediyor.

Mesela, “bir seye ihtiyacin olursa, yardim iste” anlaminda kurulan cumledeki kivrak zekaya dikkat cekmek isterim: “Look Polly, bir seye ihtiyacin olursa, help help Mary shouted.”

Ingilizce “meramini anlatmak” denilen sey budur iste… 🙂

Add a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *